Sorumlusu Kim?
Bazen bir ülkede yaşanan büyük bir trajedi yıllarca birikmiş ihmalleri tek seferde görünür kılar.
Eskişehir’de 11 insan alevlerin ortasında can verdi. Türkiye yine “üzüldü”, yine “şehitlik” konuşuldu, yine birkaç kameraya karşı söylenen temennilerle yetinildi.
Ama esas soru sorulmadı:
Bu kayıpların siyasi sorumluluğu kimde?
Demokratik toplumlarda bu soru sıradan bir yurttaşlık refleksidir. Felaketin ardından sadece “ne oldu” değil, “neden oldu” ve “kim görevini yapmadı” sorusu da gündeme gelir.
2009’da Almanya’nın Bad Reichenhall kentinde bir demiryolu kazasında 23 kişi öldü. Ulaştırma Bakanı istifa etti.
2011’de Güney Kore’de bir feribot faciasında çoğu lise öğrencisi olmak üzere 300’den fazla insan hayatını kaybetti. Başbakan Chung Hong-won, yaşananlardan kendini sorumlu tutarak istifa etti.
2018’de Yunanistan’da çıkan büyük bir orman yangınında yaklaşık 100 kişi hayatını kaybetti. Sivil Savunmadan Sorumlu Bakan ve İtfaiye Teşkilatı Başkanı görevlerinden ayrıldı.
2015’te Romanya’nın başkenti Bükreş’te bir gece kulübünde çıkan yangında 64 genç öldü. Denetim zaafları ve ruhsatsızlık ortaya çıktı. Başbakan Victor Ponta kamu baskısıyla istifa etti.
Bunlar tesadüfi değil demokratik sorumluluk kültürünün ürünüdür.
İstifa etmek acizlikten ziyade devlete ve topluma duyulan saygının göstergesidir.
Peki Türkiye’de?
Deprem olur, Maden çöker, Yangın çıkar ama kimse görevi bırakmaz.
Bizde siyasi pozisyonlar hesap verme mekanizmasının değil; “sabit kalmanın” ve “krizi yönetiyor gibi görünmenin” alanı hâline gelmiştir. Yönetici değişmez. Hatta özür bile dilemez. Oysa siyaset sadece seçim kazanmak değil felaketi önleme becerisi demektir.
Bir ülkenin orman teşkilatı yangına müdahalede organize değilse,
Gönüllülere eğitim verilmemişse,
Bölgedeki riskler daha önce raporlanmış ama dikkate alınmamışsa,
Bunlar kader değil kurumsal kusurdur.
Ve her kurumsal kusurun bir siyasi sahibi vardır.
Türkiye’nin asıl sorunu sistemin hesap vermezliği, liyakatin yokluğu ve kurumların içinin boşaltılmasıdır.
Her felaketin ardından aynı döngüyü tekrar ediyoruz:
Yas, birkaç kahramanlık hikâyesi, ziyaretler…
Ama kimse istifa etmiyor.
Kimse “bu benim sorumluluğum” demiyor.
Hesap vermeyen bir düzen gelişmez.
Felaketler dünyanın her yerinde olur. Ama bir ülkenin ileriliğini belirleyen, felakete verdiği cevaptır.
Ve bizde o cevap çoğu zaman yalnızca sessizliktir.